Makaleler UÇUŞAN DÜŞÜNCELER
Vahdet-i vücut; birliğin varlığı anlamına geliyor. Yani hakikat tektir, o hakikat de, Allah’tır. (Bir dinci örgüt sempatizanları ile bir siyasal partinin eski genel başkanı işaret parmaklarıyla 'bir' işareti yaparlarken, bunu anlatmak istiyorlardı) Vahdet-i mevcut ise, varlığın birliği anlamına geliyor ki, o da, hakikat varlıktadır, yani bu dünyadadır demek oluyor. Bunları neden mi anlatıyorum? İslamiyet'in kabulünden önce, Türklerin göçebe hayatı yaşıyor olmalarının nedeni, sanıldığı ya da anlatıldığı gibi ekonomik değil, dinseldir. Hakikatin bu dünyada olduğu, bu dünyanın hakikatini anlayabilmenin yolunun da, mümkün olduğu kadar çok gezmeyi gerektirdiği inancı, eski Türklerin göçebeliğini anlatmakta daha doğru gibi geliyor bana. Bu düşünceden hareketle, Göçerlerin Çinlileri pek sevmemelerinin nedenini de anlayabiliriz: Çinlilerin yerleşik düzene geçmiş olmalarından hoşlanmayan göçerler, onların günah işlediklerini düşündükleri için saldırıyorlardı bence. Taşınamayan şeylere karşı soğuk olmalarının nedeni buydu sanırım. Hallacı Mansur En El-hak derken anlatmaya çalıştığı da budur. Tanrı bendedir demek, tanrı benim içimdedir, yani bu dünyadadır anlamına geliyor. Göçerlerin kullandıkları müzik aletlerinin tamamının taşınabilir olması, üstelik bu çalgıların hepsinin perdesiz olması da bu anlayışa denk düşüyor. Bence perde kullanmayı bilmediklerinden değil, perdenin yerleşmek, yerleşik düzene geçmek anlamı içerebileceği kuşkusu yüzünden bilerek kullanmıyorlardı. Perde kullanmamanın sağladığı özgürlüğün yerini ne tutabilir ki? Bu özgürlük nedeniyle, parmağın biraz sağa sola kayması ile mi bunca makam oluştu acaba? Kim bilir? Bana olabilir gibi geliyor... Son yıllarda yapılan çalışmalarla, ağaç sevgisi yerleşmeye başladı toplumumuza. Daha düne kadar tarla açacağız gerekçesiyle ormanları yakmakta bir sakınca görmeyen anlayışın temelinde, ağaç dikmenin ve büyümesini beklemenin yerleşmek, yerleşik düzene geçmek anlamına geliyor olması olabilir mi? Sözde çağdaş, sanata ve kültüre saygılı Avrupalılar, topraklarımız üzerindeki kültür mirasımızı yağmalarken, "bizde taş çok" diyebilen kafa yapısının anlayışı da aynı olabilir mi? O miras tamamen yerleşik kültüre ait bir mirastır. Gâvur olarak tanımlanmasının nedeni de bu olsa gerek. Mezarlıklarımıza özen göstermeye başlayalı ne kadar oldu sizce? Ben bu alışkanlığın dahi yenilerde kazanıldığını düşünüyorum. Kendimizi tanımaya, varlığımızın anlamını çözmeye çalışma çabası içine girdiğimiz anda karşımıza çıkabilecek olası sorulardan bazılarıdır bunlar. Yaşam içinde bulunduğumuz yerin anlamını, ancak bu tür sorularla kavrayabiliriz diye düşünüyorum. Bu amaçla sorulacak hiçbir soru saçma olamaz. Yeter ki soru sormaya başlanabilsin. Ancak o zaman cevaplara ulaşmak olası olabilecektir. |