Makaleler KURBAN OLURUM SİZE BEN
Küçük çocukları severken ne diyoruz: "Oouvv, gurban olsun emmisi ona..." "Gurban olayım, bana bi yardımcı ol" diyoruz başımız sıkışınca. Ya da, hayranlığımızı anlatmak için: "Hey seni yaradana gurban olayım, şundaki boya, posa bak..." Halka duyduğu saygıyı "Ablan gurban olsun sana" diyerek ifade ediyor bazı sanatçılar. Ayrıca, bu konuda o kadar çok türkümüz var ki: "Kurban olam kalem tutan ellere..."; "Ela gözlerine kurban olduğum..."; "Yollarına kurban olduğun dilber..." Toplum olarak, kurban kavramıyla ne kadar içi içe yaşıyoruz. • İnsan, anlayamadığı güçlere kurban sunmayı, doğayla olan savaşında yaşadığı çaresizlikleri aşmanın yolu olarak düşünmüş önceleri. İnsan beyni dışında hiçbir canlının beyni, ruhani çıkarları uğruna bir başka canlıyı, yaratıcısına kurban etmeyi düşünmemiş. Ben, insan dışında, zevk için, spor olsun diye, ya da töremiz böyle diye gerek kendi türünden, gerekse diğer türlerden canlıların canını alan bir canlı tanımıyorum. Doğada canlılar yalnızca ihtiyaç duydukları kadar ve yaşamak için öldürüyorlar. Ya insan?... Din olgusunun insanlarımız için ne ifade ettiğini biliyor ve saygı duyuyorum. Halkımızın büyük bir çoğunluğu, eti, kurbandan kurbana görüyor; bunu da çok iyi anlıyorum. Ve-jeteryanlar buna karşı çıksalar ve başka bitkisel seçenekler önerseler de, etin insana gerekli olduğunu da düşünüyorum. Ancak kurban günleri boyunca kesilen hayvanların et ihtiyacından çok, dinsel getirişi uğruna kesiliyor olmasından rahatsızlık duyuyorum. Üstelik, kurban kesmeleri dinsel açıdan da uygun görülmeyenler, yani ekonomik durumları hiç de iyi olmayanlar dahi, ne yapıp ne edip, borç harç bir hayvan alıp kesiyorlar. Vay efendim, komşusu keser de o niye kesmesinmiş, onun çocukları başkalarının evini mi gözlesinmiş kurban kesilirken... Tanrı aşkına, bu duygularla yapılan işin neresi sevap?... • Çocukluğumun en acı veren olaylarındandır: Küçük, şirin mi şirin, tatlı mı tatlı bir kuzu aldı bizimkiler. Kurbana kadar bakacağız hayvana, besleyip büyüteceğiz, kurbanda da keseceğiz. Bizimkilerin ikisi de sabah erken gidip akşam geç saatte eve döndükleri için, hayvanın tüm bakım işi bana kaldı mecburen. Öğlen eve gelmek zorundayım; yem verilecek kuzuya. Akşamüzeri de boynundaki ipiyle bahçe içinde dolaştırılıp, yayılacak. Hepsini düzenli olarak yaptım elbette... Önceleri zor geliyordu ama sonraları hayvana bir alışayım, bir seveyim... Ben eve gelince bir mutlu olurdu ki zavallım, bir sevinirdi ki; hoplardı, zıplardı deli gibi. Önceleri benimle yemeği özdeşleştirdi, yemek vereceğim diye seviniyor sanırdım. Ama fark ettim ki derdi yemek filan değil kuzucuğumun; benimle oynamayı seviyor, beni seviyor gariban. Nasıl etkilendim bilseniz... Ad koydum ona; 'Şirin' dedim... Akşamüzeri okul çıkışı hemen eve koşuyorum Şirinim'le oynamak için. Daha bahçe kapısının sesini duyar duymaz zıplayıp melemeye başlıyor çılgınlar gibi. O kadar seviyoruz ki birbirimizi... Ve bir sabah, bugün bayram deyip gözümün önünde arkadaşımı kıtır kıtır kestiler. Sevaba girmişler böyle yaparak. Sevabı batsın! Üstüne üstlük, bir de etini yememi istediler arkadaşımın. Yemedim!... İyi ki yememişim. Günahsa günah!... Günah benim günahım, kime ne?... |