Makaleler


TÜRKÜSÜZ ÇIKMAYIN YOLLARA

Neden bazı insanlar bir müzik türünden 'nefret' ederler? Ne demek nefret?

TDK'nın sözlüğünde, "bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu; tiksinme, tiksinti" anlamında olduğu yazıyor. Bir insan bir müzik türünden neden tiksinir ki?

Ya da, bir müzik türünü seven, dinleyen insanların kötülüğünü, mutsuzluğunu neden istesin ki?

Ben Arabesk adı verilen müzik türünü beğenmiyor olabilirim, Pop Müzik adı verilen türü de dinlemiyor olabilirim, ama bu müzik türlerini dinleyen insanların mutsuz olmasını hiç istemedim doğrusu. Neden isteyeyim ki? Bana ne, ne dinlerse dinlesin; birşeyler dinlesin de...

"Seni sevmeyen ölsün!..."

Yok yahu, niye ölsün? Bir müzik türünü sevmiyor diye mi?... Mecbur mu?... Kime ne?... İnsanın kendini özgürce ifade edebildiği en yaygın araçtır müzik. Buna karışmaya, kimin, ne hakkı olabilir ki?

Bir televizyon kulisinde yayın sıramı beklerken, yan odadan, "ay ben türküden nefret" dendiğini duydum. Şöyle bir kafamı uzatıp baktım, genç bir kız yanındaki genç ve yakışıklı erkeğe söylüyordu bunu. Çocuk biraz şaşırdı, belli ki beklemiyordu böyle bir açıklama.

"Eee, şey, yani, aslında ben de türkücüleri pek sevmem ama, İzmirli olduğum için onu çok seviyorum, bana memleketimi hatırlatıyor" dedi.

Haa, anlaşıldı ki, bunlar benden söz ediyorlar. Programa geldiğimi duymuş olmalılar. Kapıları açık, benim yan odada olduğumdan haberleri yok.

Birden yıllar öncesine, öğrencilik yıllarıma gittim: Benim de türkülerden nefret eden bir kız arkadaşım vardı. Öyle ki; elimde bağlama varken yanımda bile yürümezdi. Bir bahane uydurur tüyerdi yanımdan. Saz çalan biriyle çıkıyor diye tanınmak istemiyordu, nedense?

Aynı dönemde, komşu odadan bir arkadaştan ödünç aldığım gitarla, mimarlık öğrencisi sevgili dostum Ahmet Kanneci'nin gitar kurslarına katılıyorum. Yolda yürürken, "sen yorulmuşsundur, ver gitarını ben taşiim" diyordu.

İş olacağına vardı ve yollarımız ayrıldı o arkadaşla. Aradan yıllar geçti. Sevgili Musa Eroğlu ile Londra'ya gittik konser için. Union Chappel adlı kiliseden bozma bir konser salo-nundayız. Çok hoş bir havası var salonun. Tüm etnik müzik grupları o salonda veriyor konserlerini. Konserimiz bitti. Kuliste kahvemizi yudumluyoruz. Görevli, 'bir İngiliz aile sizinle görüşmek istiyor, kabul ediyor musunuz?' diye sordu, 'buyursunlar' dedik.

Anne, baba, 5 ve 10 yaşlarında iki erkek çocuktan oluşan çiğ sarı, tipik bir İngiliz ailesi.

"VVelcome, how are you?" (Hogeldiniz, nasılsınız?" dedim, "Merhaba Tolgacım" dedi kadın. Vallahi sesinden tanıdım. Benim türküden nefret eden eski kız arkadaşım. Okuldan sonra evlenip, Mancester'a yerleşmiş. Hoş beşten sonra, hep beraber bir Türk lokantasına gitmek üzere kalktık, "Tolga, sazını ben taşıyabilir miyim?" demez mi?... Kız deli, bağlama bu, gitar değil, çarpılır, marpılırsın Allah korusun!...

"Çok üzgünüm Tolga. Haklısın. O zamanlar çok uğraştın ama benim çocukluğumu aşamadın. Ben de seni hiç anlamadım. Taa ki; geçen hafta buraya geleceğini ilan ettiğin sabah televizyon yayınında seni görene kadar. Sen türkü söyledikçe ben ağladım. Bunun üzerine eşim, merak etme, o konsere gideriz, orda onu şimdi anladığını söyler, özür dilersin, dedi. Lütfen beni bağışla türkülerimiz adına..."

Yaa...

Rahmetli dostum Adnan Yücel bir şiirinde diyor ki: Birgün yolunuz uzaklara düşerse/ Sakın türküsüz çıkmayın yollara!...

Sanırım o genç kardeşimiz de, hiç tanımadığı fikirdaşı ablası gibi bir gün anlayacaktır türkülerin yaşamımızdaki yerini.



Ana Sayfa Biyografi Sanatçı Kimliği Makaleleri Foto Galeri Ziyaretçi Defteri İletişim
© Tolga Çandar 2014 | Her hakkı saklıdır | Bu sitede yer alan hiçbir bilgi izin almadan herhangi bir kaynakta yayınlanamaz.