Makaleler AHMED ARİF
Dört ay süren bir Avrupa turnesini başarıyla tamamladık. "Demokrat geceleri" adı altında yapmıştık turneyi. İlyas Salman, Musa Eroğlu, Ali Asker, Sevinç Eratalay gibi arkadaşlarımızdan oluşan bir ekibimiz vardı. Sağladığımız gelir, 12 Eylül'den sonra yeniden yayın hayatına başlaması planlanan Demokrat gazetesinin kuruluşuna harcanacaktı. Turne bitiminde arkadaşların bir bölümü evlerine döndüler. Musa hoca, İlyas ve ben, son gecemizi Frankfurt yakınlarında bir arkadaşımızın evinde geçirdik. Gecenin geç bir saatiydi. Ev sahibinin alışık olmadığı bir telefon,muhabbeti araladı. "Bu saatte gelen telefon pek hayra alamet değildir ya, hayırlısı" dedik. İbrahim Sevimli idi telefondaki. "Ahmed Arifi kaybettik. Cenazesi yarın öğle namazından sonra Ankara'da toprağa verilecekmiş. Mümkünse İlyas'a duyurmayın" dedi. O sabah saat 10:00 uçağı ile, Demokrat gecelerinin devamı olarak Frankfurt'tan Avustralya'ya uçacağız İlyas Salman ile. "Ahmed Arifi çok sevdiği için Cenazeye katılmak isteyecektir. Bütün programımız allak bullak olur. Aman söylemeyin" dedi İbo. Sessizce masaya döndük. Sabah uçağı görünce, uçak fobimiz su yüzüne çıktı. O tedirginlikle ben de unuttum Ahmed Arifi. Uyumuşum. Uyandığımda İlyas'ı pencere kenarında aşağıyı seyrederken buldum. Bir şeyler mırıldanıyordu. Sessizce yaklaşıp dinledim. Ahmed Arifin şiirini söylüyordu usul usul: "Havva anan dünkü çocuk sayılır/ Anadolu'yum ben tanıyor musun?/Utanırım utanırım fukaralıktan..." Tüylerim diken diken oldu. Saate baktım, 12:40 olmuş. "N'apıyon emmim?" dedim. -"Gel bak emmim, İstanbul'un tam üstündeyiz. Benim evim şuracıkta. Tam dört aydır çocuklarımdan, dostlarımdan uzaktayım ve bir buçuk ay daha uzak kalacağım. Çok zor emmim, çok zor" dedi. -"Bana sakin olacağına dair söz verirsen, sana bir şey söyleyeceğim emmim". -"Tamam efe, söz". -"Ahmed Arif i kaybettik, şu anda aşağıda cenazesi kalkıyor." İlyas'ın yüz ifadesini hiç unutmuyorum. -"Ooyyy emmim, bana şimdi mi söylenir bu? Bizim o cenazede olmamız gerekmez miydi?" dedi ve ağlamaya başladı. Pencereden aşağı baktık, Ankara tam altımızdaydı. Saat 13:10, yani tam cenazenin omuzlarda olduğu saat ve biz 10668 metre yukarıda, dilimizde Ahmed Arifin şiiri, gözlerimizde yaş... Koca uçağın arka kabininde toplam 7 kişiyiz. Bizimle Avustralya'ya gelen Sevim Kiraz kardeşimiz, Gana'lı siyahi bir gazeteci, 25 yıldır ülkesinden uzak yaşayan Yugoslav anti-komünist, Japon bir işadamı, kabin görevlimiz Sabina, İlyas ve ben. Bizim ağladığımızı gören kabin arkadaşlarımız tek tek gelip, "hayrola?" diye sordular. Biz de onlara Ahmed Arifi anlattık, şiirlerinde örnekler verdik. Onlar da kendi yaşamlarından bir şeylere denklemiş olmalılar ki, bizimle birlikte ağlamaya başladılar. Kabin görevlimiz Sabina'ya, uçakta bir sıvıyı donduracak bir alet olup olmadığını sordum, "küçük bir derin dondurucumuz var", dedi. Boş bir bardak istedim. Gözyaşlarımızı topladık içine birkaç damla. Sabina, bu birkaç damla gözyaşını şoklayıp dondurdu. Uçaktan inerken iyice sarıp sarmalayıp bize verdi. Melburne'de kalacağımız eve kadar dikkatli bir şekilde götürüp buzluğa koyduk. Okyanus kıyısına gideceğimiz zaman yanımıza aldık donmuş gözyaşlarımızı. Sıcak havada birkaç dakikada eriyen damlaları okyanusa dökdük. Okyanuslar kadar derin, okyanuslar kadar engin Ahmed Arif için, ancak böyle bir cenaze töreni yapabildik. Bugün bu yaşadıklarımızın 15. yılı... Gidenlerin yerine yenileri niye gelmiyor ki?... |