Makaleler


HÂLÂ DOST MUYUZ?

Demokrasinin, gelişmiş bir birey olmanın şartlarından birisi de katılımcılıktır.

Çevrende dönen olaylara, yazılan bir makaleye ya da bir şiire, bestelenen bir türküye, meclise sunulan bir kanun taslağına, yaşanan bir toplumsal olaya karşı kayıtsız kalmamak, gerektiğinde düşüncelerini açıkça paylaşabilmektir..

Ama ne yazık ki, bizim çevrenin insanları benim gibi düşünmüyorlar anlaşılan. Onca emek, onca çaba... Sanki o yazıları yazan, o türküleri söyleyen, o film de ya da dizide rol alanlar biz değilmişiz gibi... Kimsenin aklına 'şu konuda yazdıklarına katılmıyoruz, şu türküyü neden söylemedin, şunu niye yazmıyorsun?' diye yazmak gelmiyor mu allahaşkına?

Bir de şu var: Aylarca sürekli çalışırsınız, her gün bir şeyler üretir ve bunu herkesle paylaşırsınız, kimsenin aklına 'eline, yüreğine sağlık' filan gibi bir şeyler söylemek gelmez. Çünkü bunun senin görevin olduğunu ya da üzerinden para kazandığın iş olarak yaptığını düşünürler. Ama bir gün bir misafirin gelir, ya da sen bir konser sonrası arkadaşlarınla oturup iki kupa rakı içeyim dersin, telefonlar çalışmaya başlar:

-'Dün gece filancayı gördüm, gene içiyordu seninki.'

- 'Hadi ya... Yok abi, bu arkadaşımız adam olmayacak. Çok üzülüyorum, çok...'

Yalan!... Üzüldüğü falan yok, laf olsun.

Bizim oralarda 'meyveli ağaç taşlanır' derler. Ancak, bizimkisi taşlama faslını geceli çok oldu, kökleme faslına geldik.

Ben sigarayı bırakalı altı yıl oluyor. İçkiyi de kırk yılda bir, ertesi gün hiçbir işim gücüm yoksa ve sevip güvendiğim dostlar arasında isem, birkaç kadehi aşmamak şartıyla, içerim. Ne var ki bunda?

Ancak, birisine yıllarca dostum diye emek verip de, sonunda ihanet gördüysem, elbette aynı mekânı paylaşmak dahi istemem. Karşılarında düşünce ürettiğimiz burjuva sanatçıları gibi dedikodu üreterek yaşayanlarla benim işim olamaz.

Üstelik, bugün başıma bir şey gelse, 'en iyi dostu bendim' diye beni ne çok sevdiklerini anlatan şiirler, yazılar yazar bunlar.

Haftalık bir derginin orta sayfasında, 'Sesini kaybeden ozan: Tolga Çandar' diye koca haber çıkmıştı bir tarihte. Neymiş, gırdak kanseriymişim de, yakında ölüyormuşum da, vs, vs... O haberden sonra iki yıl konsere filan gidemedim. Hasta bir sanatçıya nasıl güvensin insanlar?

Mühendisliğe geri dönüş yapmak zorunda kalmıştım. Bir Allah'ın kulu da arayıp, 'hayırdır?' demedi arkadaş... Oysa o dergiyi mektup yağmuruna tutup, özür dilemeye zorlamanızı beklerdim. Olmadı. Kimsenin aklına hayatta iken dosdarımıza sahip çıkmak gelmiyor mu? Sizin katılımınızı sağlamak için mutlaka ölmemiz mi gerekiyor?

Üzülüyorum yahu...

Kendimizi bir şeylerin tepesine koyarak ve her şeyi seyrederek nereye ulaşacağız bakalım?

Her şey bir yana ama, hiç değilse insan ilişkilerimizi ayakta tutmayı becerebilmeli-yiz.

Hâlâ dost ve arkadaş mıyız, yoksa yollarımız ayrıldı mı, bilmek isterim doğrusu.

(Münih Halk Derneği'nin düzenlediği konser için Almanya'daydım geçen hafta sonu. Son ana kadar bizden desteğini esirgemeyen sayın Başkonsolos'umuza, Necip Şahin Bey'e ve ailesine saygılar sunuyorum. Münih'te yaşayan, gazetemizin ortağı ve okuru dostlara selam ve sevgiler gönderiyorum. Münih'ten çok zor şartlarda yetiştim gazetemizin İzmir'de yapılan 3. yaş günü konserine. Yağmura rağmen salondan ayrılmayan tüm dosdara 'nice yaş günlerinde buluşmak dileğiyle...' diyorum. Yarın 6 Mayıs... Deniz, Yusuf, Hüseyin yüreğimizde...)



Ana Sayfa Biyografi Sanatçı Kimliği Makaleleri Foto Galeri Ziyaretçi Defteri İletişim
© Tolga Çandar 2014 | Her hakkı saklıdır | Bu sitede yer alan hiçbir bilgi izin almadan herhangi bir kaynakta yayınlanamaz.