Makaleler AKREP İLE KARAYILAN
Çocukluğumun bir bölümü tütün tarlalarında geçti. Kiraladıkları tarlalarda tütün yetiştirirdi bizimkiler. İcarcı denirdi bu durumda olanlara. Tütün dikim zamanı geldiğinde, tarlanın bir köşesine kurulan çardaklara taşınılır, hasat sonuna kadar orada yaşanırdı. Milas ovasında bizimki gibi çok sayıda çardak olduğu için, oyun arkadaşı sorunumuz da olmazdı. Çok severdim ova yaşamını. Fakat, okullar açıldığında hasat tamamlanamamış olursa, tüm öğrenciler için çileli bir süreç başlardı. Çardaklardan gider gelirdik okullarımıza. Yol olarak da, yazları kuruyan dere yatağını (irim, irme) kullanırdık. Çok korkardım irimden. O yıllarda Ege'de küfürler bile değişikti. Şimdiki gibi bağırsak, böbrek, tenasül organları filan konu edilmez, bunların yerine sözgelimi, "hadi ordan irim şeytanı", ya da, "veresiye sürülmüş tarla suratlı" gibi sözler kullanılırdı. Buradan etkilenmiş olmalıyım ki, irimde ilerlerken karşıma her an şeytan çıkıverecek-miş gibi gelirdi.. Kenarları ağaçlar ve çalılarla kaplı olduğu için, her noktadan çıkış da olmazdı. Bir köpek saldıracak olsa, kaçacak yer bile yoktu. Bir tür korku tüneliydi irim. Okuldan çardağa dönüyordum bir akşamüstü... Eylül'ün nemi çökmüş ovaya, yaprak dahi kımıldamıyordu... Ürkek adımlarla ilerliyordum irimde. Birden dehşetle fark ettim ki, irimin içinde bir karayılan boylu boyunca uzanmış yatıyordu... Aman tanrım!... Çıldıracaktım korkudan. Karayılanların gözleri görmediği için, ayak titreşimlerinden birinin yaklaştığını anlarlar-mış diye duymuştum. Bu yüzden olduğum yerde çakıldım kaldım çaresiz. Aradan ne kadar zaman geçti bilemiyorum..Fakat, bir ara dikkat ettim ki, yılan da hiç kıpırdamıyor. Kırsal kesimin eşek şakalarından biri mi acaba diye düşündüm; yılanı öldürürler de, muziplik olsun diye yola uzatıverirler. Tüm cesaretimi toplayıp birkaç adım attım, yine hareket yok. Biraz daha, biraz da-ha...Aramızda üç dört metre ya var, ya yok...Yılanda ise, hâlâ hiçbir hareket yok. Tamam dedim, hiç kuşku yok, bu yılan ölü... Aramızda bir metre filan kala dehşetle fark ettim ki; yılan canlıydı. Başının etrafında çok zehirli, tüylü bir kara akrep dolaşıyordu. Kuyruğunu kaldırmış, küçücük bir hareket hisset-se yapıştıracak yılanın kafasına zehirli iğneyi. Yılan da bunu bildiği için ölü taklidi yapıyordu. O iki metrelik koca karayılanın, beş altı santimlik akrep karşısındaki çaresizliği, beni öyle etkiledi ki... Her büyük şeyin güçlü; her güçlü şeyin de büyük olmadığını öğretmiştir bana bu olay. Bugün ülkemizin siyasal, kültürel, sanatsal, ekonomik yaşamına egemen olan düşüncenin büyüklüğü, Milas ovasındaki karayılanın büyüklüğü kadardır gerçekte. Ne yazık ki, onu hareketsiz kalmaya zorlayacak güce sahip olanlar, bu güçlerini bir araya toplayamadıkları için, meydan karayılanlara kalmış durumdadır. Bu ülkenin insanları için kendini feda etmeyi bilenler, bu durumu da aşacaktır, eminim. |