Makaleler


"UYGAR" İNGİLTERE’DE "BARBAR" TOLGA’NIN ÜÇ GÜNÜ

Her yıl ortalama 4-5 kez yurt dışına çıkıyoruz. Uzaklarda türkü bir başka özleniyor. Elbette kasetten de dinleyebilirler ancak türküleri ilk ağızdan dinlemek - hele benim sahnede yaptığım gibi ‘muhabbet’ de varsa – insanlarımızın daha yoğun duygular yaşamasını sağlıyor. Buna da çok ihtiyaçları var gurbette.

İnsanı allak bullak eden o yalnızlık duygusu, insanlarımızı bunaltmış. İnsanlıktan habersiz, yaşama yalnızca çıkar penceresinden bakan, kendileri dışında kalan her toplumu aşağılık, geri zekalı, zavallı olarak gören akılcı (Rasyonel) batı toplumlarının içinde yaşamaya çalışan, anlaşılamamış, bu nedenle de sevilmemiş, kendi devleti tarafından bile döviz makinesi olarak görülmekten öte gidememiş, böylesine sevgisiz bir ortamda manevi değerlere sığınmaktan başka yol bulamayan Anadolu insanımız…

Bırakın başkalarını ve devleti; kendilerine en yakın olması gereken sanatçılar (!) dahi, onları geçim aracı olarak görmüşler yalnızca.

Bu nedenle her yurt dışına çıkışımda çok canım yanıyor. O insanlar için daha iyi şeyler yapmak gerektiğini düşünüyorum. Daha çok çalışmalı ve insanlarımızın yaşamını biraz olsun çekilir hale getirmeli. Bu, kendine sanatçı, aydın diyen herkesin görevi olmalı derim.

*

Vatandaş kredi için bankaya başvuracak.. İstenen evrakları tamamlayıp dosyayı ilgili memurun önüne koymuş. Memur dosyayı incelemiş ve, "efendim, genel müdürlüğümüzün yeni bir uygulaması var, buna göre sizden gözünüzün ve gö..nüzün (poponuzun) yakından çekilmiş birer fotoğrafını da istiyoruz." Adam çıldırmış ama yapacağı fazla bişey de yok. O krediye çok ihtiyacı var. Sonunda nasıl yapmışsa yapmış, istenen fotoğrafları çektirip teslim etmiş.

Aradan bir süre geçtikten sonra bankadan görüşmeye davet etmişler. İlgili memur sıkılarak, "üzgünüm efendim, kredi talebiniz geri çevrildi" demiş. Adam, "yahu nasıl olur, istediğiniz tüm belgeler tamamdı, neden isteğim geri çevrildi ?" deyince memur:

" - Efendim, genel müdürlüğümüzün düşüncesine göre, sizde bu krediyi yiyecek göz var ama geri ödeyecek gö. yok."

*

Değerli dostlarım,

Yurt dışı gezilerinden önce tüylerim diken diken oluyor. Konsolosluklardan vize alabilmek için bizden neredeyse yukarıdaki fıkrada istenen belgeleri istiyorlar. O kadar ağırıma gidiyor ki… Bizim dışişleri bunların sanatçılarına aynısını yapsa, o sanatçının devleti kıyameti koparır. Sanatçısının onurunu korumaktan aciz bir devlet olabilir mi?

Ben bu durumda asla Avrupalıları suçlamam, çünkü kış kışlığını, kuş kuşluğunu, puşt da puştluğunu yapacaktır.

Ben vatandaşı olduğum devletimin bana sahip çıkmasını bekliyorum. Ben nasıl vatandaşlık görevlerimi eksiksiz yerine getiriyorsam, devletimde, iş adamlarına nasıl sahip çıkıyorsa, sanatçılarına da sahip çıkmalıdır. Bu bir lütuf değil, görevdir!

Gerçi iş adamlarına ne kadar sahip çıktığı da tartışılır ya…

*

11-14 Nisan 2004 tarihleri arasında Londra’da idim. Atatürkçü Düşünce Derneği Londra şubesi ile Ulusal Kanal’ın düzenlediği, Kıbrıs ve Annan Planına Hayır konferansı ile, Ulusal Kanal dayanışma toplantısı için oradaydık. Panelistler, İşçi Partisi Genel Başkanı sayın Doğu Perinçek, İstanbul Üniversitesi Rektörü sayın Kemal Alemdaroğlu, MGK eski genel sekreteri emekli Orgeneral sayın Tuncer Kılınç ve Kıbrıs Basın Konseyi Başkanı sayın İsmet Kotak idiler.

Ben de 13 Nisan akşamı düzenlenen toplantıda konser verdim. Çoğunluğun Kıbrıslılardan oluştuğu bir topluluktu. Avrupa’da ilk kez birlikter olduk bu insanlarla. Onları çok sevdim. Hele bir hacı Gül teyze vardı ki…

Eşi, çocukları, komşuları Rumlardan çok zarar görmüş geçmişte. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a bir haykırması vardı;  yürek dayanmaz. Ne çileli bir yaşam sürmüş Gül teyze.

O anlattıkça sanki her şeyin tek suçlusu benmişim duygusuna kapıldım. Biz daha duyarlı ve dikkatli olsaydık, ona biraz da olsa yardımcı olabilirmiydik acaba?

Ayrıca sevgili B.Murat Cemiloğlu meslektaşımla da ( İnşaat Müh.) tanışmaktan onur duydum. İyi bir müzik dinleyicisi ve iyi bir aydın.

Beni konuk eden sevgili dostlarım M.Ali ve Semra ile dayıları İbrahim’e, Londra’da bana eşlik eden sevgili Hayrettin arkadaşıma teşekkür ediyorum.

*

Sevgili Dostlar,

Her Londra’ya gidişimde, ne yapıp edip British Museum’a uğruyorum. Bu kez de uğradım ve yine çok sinirlendim. Bizim ülkemizde olması gereken, bize ait o kadar çok şey var ki orada… Uygar (?) İngilizlerin koruması altında hepsi. Biz koruyamazmışız, onun için alıp İngiltere’ye götürmüşler.

Hele Mısır’da; hiçbir şey bırakmamışlar. Ölülerini bile çalmışlar zavallıların. 4 yıl önce gittiğimde oğlumla gezmiştik o müzeyi. Henüz 5 yaşındaydı Karya. Mısır bölümünü gezerken mumyalara bakarak dedi ki: "Baba, bu ölülere mezarlarında bile rahat yok."

Alçak hırsızlar!...

Şimdi de Irak’lıların petrollerini koruma altına alıyorlar.

Londra’da gezerken yüzlerine baktım sokaktaki İngilizlerin; acaba öldürdükleri Irak’lı çocuklar için küçücük bir pişmanlık görebilir miyim diye.. Asla!...

Uygar İngilizler!...

Efendim, sokaktaki İngilizin ne suçu varmış, bu hükümetin yanlış uygulamalarıymış, sokaktaki İngiliz masummuş.

Yanlış!

Sokaktaki İngilizin her şeyden haberi var ve kesinlikle bilerek susuyor. Irak’ta çocukların ölmesiyle asla ilgilenmiyor. Onun için kendi refahının sürmesi önemlidir. Her ne pahasına olursa olsun…
British Museum’u gezerken hep merak etmişimdir; İngiltere’ye ait hiçbir şey yokken, neden buranın adı İngiltere Müzesi diye…

*

Sizce sevgili dostlarım, ‘Barbar’ sıfatı kime daha çok yakışıyor; yıllarca dünyayı kana bulayan, demokrasi götüreceğiz diye Irak’ı allak bullak eden, dünya uluslarının kültür ve doga değerlerini gaspeden İngilizlere mi, yoksa bize mi, ne dersiniz?

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Sağlıcakla kalın!...

 

Tolga ÇANDAR / 17.04.2004 / ANKARA
 



Ana Sayfa Biyografi Sanatçı Kimliği Makaleleri Foto Galeri Ziyaretçi Defteri İletişim
© Tolga Çandar 2014 | Her hakkı saklıdır | Bu sitede yer alan hiçbir bilgi izin almadan herhangi bir kaynakta yayınlanamaz.