Makaleler


BELLEK ve İNKAR

“Tarih, insanların geçmiş deneyimlerinden ders alma yeteneği olmadığı gerçeğinin durmaksızın tekrarlanması olayıdır.”

Prof. Kurt Schillin'in lafı fazla dolaştırdığını düşünüyorsanız, “Tarih tekerrürden ibarettir” şeklinde özetleyebilirsiniz.

Bugüne kadar yapılan tarih tanımları size yetmiyor olabilir. Buyrun birlikte tarih tanımları üretelim:

"Tarih, insanlığın kurtuluşunun bilim, sanat, düşünce alanındaki gelişmeye bağlı olduğunu düşünen genç bir bilim aşığının, dünyanın birçok üniversitesinde vereceği konferanslara nasıl yetişeceğini düşlediği zamanla, yürümenin insan sağlığına ne kadar iyi geldiğini, o nedenle de araya hiç ihtiyaç duymadığına kendisini ikna etmeye çalıştığı zaman arasında geçen süreçtir!”

Özet mi, olur:

“Bilimadamının, bilimin karın doyurmadığını anlama sürecidir.”

Hadi son bir tanım daha yapalım :

“Tarih, Tam Bağımsız Türkiye talebi yüzünden cezaevlerinde yatan, dönekliğinin karşılığı olarak aldığı koltuğundan, çevresindekileri bir insan yirmi yaşındayken sosyalist değilse duygusuzdur, kırk yaşında hala sosyalist ise akılsızdır düşüncesine ikna etmeye çalışan köpeksi kişiliğin yaşadığı süreçtir.”

Özet: “Dönek sosyalistlerin yükselme sürecidir.”

Sevgili dostlar, insan belleğinin zayıf olduğu söylenir, bence zayıf olan insanın belleği değil, direnme yeteneğidir. Hayır!.. Bence insanlar hiç bir şeyi unutmuyor, yalnızca inkar ediyor. Sorun belleğin zayıflığı değil, inkar mekanizmasının güçlülüğüdür. Bazı şeyleri atmama alışkanlığı inkar mekanizmasının gücünü kıran çok önemli bir alışkanlıkmış meğer. Zaman zaman atamadığım dergiler, fotoğraflar, gazete haberleri, köşe yazıları, tek kare karikatür, bir mektup gibi şeyler bir araya gelince kişisel arşiv haline dönüşüveriyorlar.

Bu yazıyı yazmadan bir gün önce daldım biriktirdiklerimin arasına, meğer ne çok şey yaşamışız şu son yirmi yılda. Ne olaylar, ne insanlar.. Hüzün biriktirmişiz genellikle.Yine de, hala beni çok heyecanlandıran şeyler duruyor öylece. En önemlisi de, onbeş yıldır üzerinde çalıştığım bir proje. “Anadolu ve Orta Doğu Kültürleri Araştırma ve Geliştirme Projesi” adını vermişim bu proje'ye. Önerdiğim şey de özetle şuydu.”

Halk Bilimci, Bilgisayar Uzmanları, Tarihçiler, Müzisyenler, Sound Enineering (Ses Mühendisliği) konusunda uzman Elektrik Mühendisleri, Genetik Bilimciler, Psikiyatristler, Sosyal Psikologlar, Tıp Doktorları gibi farklı alanlarda uzman kişilerden oluşan bir kadroyla bir vakıf ve araştırma enstitüsü kurulacak, bu enstitü, müzik beğenisi denen şeyin genetik olarak taşınabilen bir şey mi, yoksa doğumdan sonra yaşadığı ortam tarafından kodlanan bir şey mi, insanların bu tür beğenileri çeşitli yeni yöntemlerle farklı biçimlerde kodlanabilir mi gibi çalışmalar yapacak, araştırmalarının sonuçlarını her üç ayda bir yayınlayacağı dergisiyle tüm dünyaya iletecek, farklı kültürlerden araştırmacıların da bu enstitü bünyesinde bilgilerini paylaşma ortamı hazırlanacak. Bu tür çalışmaların sunuşlarının, reklam film müzikleri, özgün film müziklerinin hazırlanmasında, ruh hastalıklarının tedaviside, Sinemacılarında katliamıyla, uzun metrajlı film, tanıtım, propaganda çalışmaları gibi geniş bir alanda kullanılabileceğini, böylece de enstitünün maddi anlamda sorununun olmayacağını, bunun da işleri kolaylaştıracağını düşünmüştüm. Düş kurmak güzel şey dostlar, hele böyle düşler insanı çoğaltır da. Ben oturup bu yıl hangi ülkede tatil yapacağımın düşünü kurmuyorum ya. Bu konuyu açtığım dostlarım projenin gelişmesinde çok yardımcı olurlar. Hala bu projenin iyi sir proje olduğunu düşünenler var o dönemden kalan. Ancak o dönemde proje'yle en çok ilgilenenlerden bir vatandaş (çok iyi tanıyorsunuz) bana, “Hala düş kuruyormusun Çandar ?” dedi küçümseyerek. “Elbette!” dedim. “Büyü artık, bak çoluk çocuk sahibi oldun.” diye de öğüt verdi sağolsun.

Evrensel Diyalektikte zerre sayılan onbeş yıl, bir insanın yaşamında ne kadar önemli. Ne çok şey değişebiliyor onbeş yılda. Dünya değişiyormuş, ayak uydurmalıymışız. Kötü yönde değişen birşeye niye ayak uyduracakmışım. Değişime evet, ama sağlıklı, çok boyutlu olanına; tek boyutlu insan üretmeyi beraberinde getiren değişime hayır. İnkar pilavını değişim adı altında yemeyede hayır.

Sevgili dostlar, konunun çağrıştırdığı "bir fıkrayla noktalayalım yazımızı:

Uluslararası bir toplantı için bir araya gelen Kapitalist, Sosyalist ve bağımlı üçüncü dünya ülkesi temsilcilerinin köpekleri, köpek bakım odasında sahiplerini beklerken sohbete dalmışlar. Kapitalistin köpeği hava atarak,

-Benim rahatım çok iyi, canım ne zaman biftek istese “Hav Hav” diyorum, anında bifteğim önümde...

Sosyalistin köpeği biraz şaşırarak,

-Ben bifteği biliyorum da, “Hav Hav” ne demek ?

Bağımlı üçüncü dünya ülkesi diplomatının köpeği daha şaşkın,

-Ben “Hav Hav”'ı biliyorum da, biftek ne demek

Dostlukla!

 

Tolga ÇANDAR /ANKARA /16.01.1999



Ana Sayfa Biyografi Sanatçı Kimliği Makaleleri Foto Galeri Ziyaretçi Defteri İletişim
© Tolga Çandar 2014 | Her hakkı saklıdır | Bu sitede yer alan hiçbir bilgi izin almadan herhangi bir kaynakta yayınlanamaz.